Yazı kategorisi: Genel, Tatlı Tuzlu

Sessiz…

Söyleyecek tek bir sözü yoktu Ayla’nın… Bu saatten sonra ağzından dökülecek tek bir kelimeye dahi gücü olmayan, yorgun ve yalnız bir savaşçıydı…Duyduklarının gerçek olmaması için sağır olmayı dileyecek kadar kırgın ve umutsuzdu… Yıllar önce kurduğu hayaller bir anda karşısına dikilmiş, sorgusuz sualsiz hayatına dahil olmuş ve kendi elleriyle ördüğü o muazzam duvarları yavaş yavaş yıkıp geçmişti. Sanki gökyüzünde eşsiz bir dansın içindeki bulutlar ayaklarının altına serilmiş, bütün kuşlar sadece onun için şarkılar söylemeye başlamış ve mis gibi güller sadece onun için açmaya niyetlenmişti…

Tek istediği sıcacık bir kucak, buram buram huzur kokan bir çift omuzdu. Hayatı boyunca sahip olmadığı tek şeyin minik hem de en küçüğünden bir aile olduğunu kendisine bile yıllarca itiraf edemeyen bu küçük Ayla, yıllar sonra kurduğu hayallerin onu paramparça edeceğinden habersiz, bir köşede sessizce susuyordu artık… Yatağında küçük, masum bir bebek gibi kıvrılan Kaan’ı izliyor ve içinden “bunlar yalan olamaz” diyordu…

Yalan değildi de zaten…İşte tam da karşısındaydı. Gözlerinin içine bakınca kalbini deliler gibi attıran, sessizliğiyle içine korkular kaplayan ve her koşulda sımsıkı sarabilen o adam bir kaç metre uzağında, savunmasız bir şekilde uyuyordu… Şiddetli bir kavganın ardından neden bu kadar masum görünüyordu ki… Aslında sinir bozucu bile gelebilirdi.

Yazı kategorisi: Genel, Tatlı Tuzlu

Corona Günlerinde Aşk

Covid -19 kısacası bilinen adıyla corona başlangıcında pek ciddiyetini kavrayamadığımız ancak ilerleyen süreçlerde yaşanan kayıplarla birlikte hepimize büyük farkındalıklar kazandırdı. Dört duvar arasında yaşamayı ve kısıtlamalara uymayı öğrenirken sevdiklerimizle olan bağlarımızda farklı boyutlara ulaştı elbette. Kimileri hayatındaki kişilerin başka yüzleriyle karşılaşırken ben gibi bir çok kişi de şükredilmesi gereken değerleri bir kez daha kavradı. İşte tam da böyle günlerde bir aydınlanmayı da baba ile yaşadım.

her kız çocuğunda olduğu gibi babaya aşık olarak büyümüştüm fakat ilerleyen yıllarda biraz deli çağlarında etkisiyle aileyle her çocuk gibi zıt düştüm. Görüş ayrılıkları, farklı çağlara ait olma derken aramızda buzdan duvarlar çekildi. ne ben onu anlamaya çaba sarf ettim ne de o bendeki fırtınaları kabullenebilecek olgunluktaydı. İnsanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüğü yaparak kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı ve yaşayamadıklarımı önyargı dediğimiz lanet tuğlalarla örtmüş ve yıllarca da bu şekilde kendimi koruduğumu sanmıştım. Ta ki yaşlanmaya, yani annemin tabiriyle büyümeye başlayınca ( ki bu tam olarak 30 yaşıma geldiğimde oluyor) önyargı dediğim tuğlalar yıkılmaya başladı. Sanki yıllardır gözlerimin önünde kapatılmış bir perde vardı da birden o perde pat diye açıldı ve içeriye göz kamaştıran gün ışığı dolmaya başladı. Yaşadığım şaşkınlığı düşünecek olursak şimdilerde tek kırgınlığım boşa harcadığım yıllar oldu.

Onca sene içinde öfkeyle beslediğin önyargılar birden gün ışığı alınca bambaşka boyutlara ulaştı ve neredeyse tüm doğru saydıklarım birden boş çuval gibi yere yıkıldı desem yalan olmaz. Özel günler, mezuniyetler, terfi kutlamaları, bayramlar aklınıza ne gelirse hepsini ailemle paylaşmadan en kötüsü de yılların insanda yarattığı çizgileri fark edemeden onca sene geçirmiştim. Bir kere bile ona sarılmamış, bırakın sarılmayı “babam” diyemeden heba edilen yılların acısını şimdilerde bol bol görüşmeye çalışarak doldurmaya çalışsam da kaybettiğim zamana hayıflanmadan da edemiyorum.

Kendimi hep çok olgun ve empati yeteneği yüksek biri sanırdım. Hatta öyle ki tüm arkadaş ve özel ilişkilerimde kişiler ne kadar anlayışlı, bağışlayıcı, yapıcı davranan biri olduğumu sansa da aslında ben hayatımdaki en önemli erkeğe sırtımı dönerek resmen intikam almıştım. Şimdi geçmişi düşünüp hani o kırıldığım anlara gittiğimde ne kadar da ufacık sorunlarmış diyorum. Bir gün uyanacaksın ve bir de aileni çok sevdiğini, onları görmeden ve seslerini duymadan hayatın ne kadar da anlamsız olacağını fark edeceği bilemezdim elbette ki. Ha diyeceksin ki silindiği tüm yanlışlar, unuttun mu seni paramparça eden yalnızlıkları. Unutmak keşke mümkün olsa hatta uyansam ve hepsi bir rüyadan ibaret olsa derdim. Kolay değil tabi bazı eksiklikleri tamamlayamadan yaş almak. Ancak şu corona günlerinde o 6 yaşında babasına deliler gibi aşık olan küçük kıza geri döndüm. Buna bir nevi de kaybettiğim özümü yeniden kaldırdığım raflardan aldım diyebiliriz. Bugünlerde o rafta yıllardır bekleyen ve toz, pas içinde kalan küçük kızı temizliyorum. Ruhumdan, kalbimden ve bedenimden içimde sıkışıp kalan kalan anıları, önyargıları, sevgisizliği silmeye çalışıyorum. Babamın yüzündeki derin çizgilere yerlerini ezberlemeye çalışırcasına bakıyorum sanki yüzündeki her bir kareyi bir an önce hafızama kazıyamazsam bu bir son olabilirmiş gibi… Korkuyorum senin anlayacağın… Hani derler ya “bir evi, ev yapan annedir ama o evin gölgesi de babadır” diye işte ben o gölgeden bir dakika bile ayrılmak istemiyorum.

Bireysel bir olgunluğa adım attığımı fark ettiğim andan bu yana, eskiden unutmak için zihnimin en ücra köşelerine gönderdiğim her şeyi şimdi yeniden kendi ellerimle önüme seriyor ve bir kez daha analiz ediyorum. Tüm bunlar yaşanırken de şöyle bir kendime bakıyorum da ne kadar huzur dolu ve mutluyum… Ne aldığım başarılar ne terfiler ne de arkadaş dediğim kişilerin sağlayamadığı huzuru sadece ve sadece aile verebiliyormuş. Yeni yürümeye başlayan bir bebek gibi koşuyorum aile keşfime. Kim neyi nasıl sever, ne yaparsam mutlu olurlar diye sular seller gibi onları izliyorum. Kalan kısacık zamandan ne kadar şey depolayabilirsem o kadar mutlu oluyorum. Velhasıl kelam, sözü uzatmadan sadede gelecek olur ve zamanında “of başladı nasihate” dediğimiz kısma gelirsek; affet arkadaş! Ne yaşanırsa yaşansın, ne düşlemiş olursan ol önce kendini sonra da değer vermen gereken insanları affet. Bunu önce kendi fiziksel ve mental sağlığın sonrada huzurun için yap, sırtından taş yüklü bir çuvalı indirmiş olacağının garantisini sana şimdiden verebilirim. Ha elbette belin yıllardır bükük olduğu ve koca bir taşı sırtında taşıdığın için elbette bazı yüzeysel ve derin yaraların olacak. Zamansız yerlerde kanayıp seni yine umutsuzluğa, çıkmaz sokaklara sürükleyecek. Sana bu süreçten sonra baktığın her yer tozpembe görünecek diyemem hatta bazı dönemler normalden daha zifiri olacak. Bazen annem babam dediğin kişilerin daha kahvesini bile nasıl içtiğini bilmediğinde için sızlayacak, yalan yok çok zor olacak ama bir gün güneş tam tepeye vardığında içindeki o sarhoş edici mutluluklar kapatacaksın gözlerini. Buram buram huzur kokacak ve sen kendini o çınar ağacının gölgesine uzatıvereceksin…Şu an bu bunaltan karantina sürecinde bana inanmak istemiyorsun değil mi? Denemesi bedava netice de bir adım at belki de senin yolculuğun benimkinden çok daha kısa sürecektir, ne dersin?

Yazı kategorisi: Genel, Tatlı Tuzlu

Olmayanı Oldurmak!

Çok uzunca bir zamandır nefes alıp vermek zorlaşmıştı. Sanki göğsüme saplanıp kalan bir bıçak vardı da yetmezmiş gibi bir de etrafımdakiler sürekli onu kanırtıp duruyordu. Onlar yaramı deştikçe, hayata karşı sergilediğim o dik duruş nedense hep ardı arkası kesilmeyen kadehlerle azalıyordu. Aslında içmiyor, onu yaralarıma döküyordum. Belki temizlenir belki bir daha hiç kanamaz diye… Nedense kurtuluş için seçtiğim her şey yanlıştı… Beni, ne seviyorum dediğim işim kurtarabilirdi ne de çok seviyorum diyen dostlarım…

Sanki çırpındıkça daha çok battığım ve asla canlı kurtulamayacağım bir bataklıktaydım… Önce tek bir ayağımı, sonra komple vücudumu kaybetmiştim… Beni yavaş yavaş içine çeken o yapış yapış şeyin aslında diğer insanlar olduğunu iş işten geçtikten sonra fark ettim… Asla burnundan kıl aldırmayan ben, hayatımın tüm iplerini başkalarına teslim etmiş, sonra da beni yeni biri haline getirmelerini istemiştim. Güvenmiş, ilk defa hesap kitap yapmadan salmıştım kendimi… Hatta öyle bir salmıştım ki bir ara neden benim gözümün üstünde kaş var demeye bile başlamıştım…

Yavaş yavaş kanıma karışan, yıllarca ördüğüm duvarları tek bir sözle yerle bir etmeme sebep olan şeyi belki de aylarca düşündüm. İçimde sıkışan, beni bir anda ters düz eden ve asla olmadığım birine dönüştüren şey neydi ki? Onca sorgu sual sonunda, uykusuz geçen geceler hatta uyuduğumda bile içinden çıkmak için çırpındığım şeyin sonunda cevabını buldum…

Benim sorunum aileydi. Onca yıl tek başına mücadeleden sonra, hırçın dalgalara tek başına göğüs gerdikten sonra tek derdim; işte ailem diyeceğim birilerini yaratmaktı. Yaratmaktı diyorum çünkü var olmayı oldurmak için yoğrulmuştu bedenim… Düşünsene toplumun en küçük birimini kurmak için canla başla didinmiş, kendimi değiştirmek için acımasızca duvarlarımı yıkmış şimdi de çırılçıplak kalmıştım…

Peki ne olmuştu çırılçıplak kalınca… darbelere daha açık daha gelmiştin değil mi? Hala anlamadığım, hala oldurmaya çalıştığım o sevimli aileydi beni öldüren, kanirtan… Kabul etmeliydim ki olmayanı oldurmak asla bir insanoğluna verilmiş yeteneklerden değildi….